Politika, olanaklar içinde en elverişli olanı elde etme veya en zoru başarma sanatıdır; ancak bizde bu, hazır olanı kaybetme sanatı haline getirilmiştir. Bu durumda kendinizi ne yapacaksınız? Tam da bu noktada “biz düşünme gereği duymuyoruz” diyorsunuz. Oysa politika, düşüncenin yoğunlaşmış biçimidir. Ekonomik, ticari, sosyal, hatta bilimsel gelişme düzeyinin en yoğun ifadesi, yani en gelişmiş biçimi politikadır. Bu da düşüncenin ta kendisidir. Sen çok ağır bir ulusal politika içinde olacaksın, ama düşünme gereğini bile duymayacaksın; bölük pörçük birkaç eveleme geveleme dışında kendini hazırlayamayacaksın, ondan sonra da dağa çıkacaksın! Bu durumda size yazık oluyor. Hele sıradan bir köylü bile merkezimizin ağzındaki lokmayı koparabilir ve zaten koparıp alıyorlar da. Ellerinde muazzam mevziiler ve olanaklar var, ancak onları ellerinden çalsanız bile farkında olmazlar. Aslında burada merkezileşmeye gelememe, yani buna sahip çıkmama var. Bunun anlamı şudur: “Bizi ancak yönetirler, bize bizi yöneten yabancılar gereklidir!” Yani eski kölelik mantığı, “biz adam olamayız, üstümüzde ya ağamız ya da paşamız olmalıdır. Biz kendi kendimizi yönetemeyiz. Bırak beyim, bu iş elimizden gelmez” demeye getiriyor. İşte bu hem ilkel köylü hem de bir köledir. Her tür yönetime alışmıştır.
Düşünmeyi neden gereksiz buluyorsunuz? Neden böyle oluyor denildiğinde, “aklımıza gelmedi” diyorsunuz? İlk söylediğiniz cümle budur. Taktikler konusunda sorumlu olan birçok kadro var. Onlara soruyorum, yine “aklımıza gelmedi” diyorlar. Peki, düşüncesiz kişinin bir koyundan, bir keçiden veya bir deliden farkı nedir? Ondan sonra da ağlar veya küserler. Onurları o zaman akıllarına gelir. Düşünce gücü olmadan nasıl savaşacak, savaşın sonuçlarını nasıl değerlendireceksiniz dediğimizde de yutkunurlar. Sizin kendinize hiç saygınız yok mu? Böyle çözümsüz kalacağınıza, gidip başka bir yerde uşaklık yapsanız daha değerlidir. Özgürlük savaşçıları hiç böyle olur mu? Merkezimize bile bir iş yaptırmak istediğimizde, en hazır lokmayı bile yutamıyor, yine “değerlendiremedik, öngöremedik; görsek bile onun tedbirini alamadık, onun koparılması için gereken 11 çabayı gösteremedik” diyorlar. Canları sıkılmış, “boş ver, olmasa da olur” diyorlar. Politika boş mantığı hiç affeder mi, böyle zevzekliğe yaşam hakkı tanır mı? Politika denilen sanatı hiç anlayamayacak mısınız? Sigara kültüründen, “biz adam olamayız, boş ver” kültüründen kurtulamayacak mısınız? Fırsat buldukça o kendi basit dünyanızı en değme ağadan daha kötü konuşturacak, buna da “ben adam oldum” diyeceksiniz. Bizim toplumumuzdaki o komik ağalar bile sizden daha değerli ağalardır. Bunu da size açıkça söyleyeyim. Sizin yönetim adına sergilediğiniz tutumlar, ancak en değme komedi filmine konu olabilir…
…Tam da bu noktada, yaşaması gerekeni yaşatmak için bunları yaşatmamak kuralına bağlı kalmamız gerekiyor. Bundan çıkarmamız gereken sonuç, yaşatılmaması gereken yanlarımızı, yaşaması gereken yanlarımızın önünde engel olmaktan çıkarma gücünü göstermektir. Yaşamayı mümkün kılacak değerleri boşa çıkaran ve bu değerleri çürüten kişileri ve özellikleri, hatta kendi bazı yanlarınızı ve özelliklerinizi yıkma cesaretini, yıkma gücünü, yıkma iradesini ve çabasını gösteriyor musunuz? Bunda samimi misiniz? Bu temelde bir ıslah olmayı hak ediyor musunuz? Bunu çok açıklıkla yapabiliyorsanız, yaşanması gereken yanlarınızı daha güçlü yaşamaya dönüştürmeliyiz. Aksi halde sizi bu durumda tutamayız. Çıkarılması gereken en önemli bir sonuç da budur. Yaşamı geliştiremiyor, onun çok açık göstergelerine ve öğelerine ulaşamıyorsanız, bu kanun işlemelidir. Bu kanun, yaşanması gereken uğruna, yaşanmaması gerekenlerin cezalandırılmasıdır. Bunu ne kadar bu düşünce ve değerlendirme ışığında yapıyoruz, üzerinde ne kadar düşünüyoruz? Yaşanması gereken nedir, yaşanmaması gereken nedir? Bu çok önemlidir. Sizde de bu özellikler çok karşı karşıyadır. Sizin de o kadar yaşanmaması gereken yanlarınız var ki, ancak yıllardır bunları yaşanması gereken değerlerimizin üzerine saldırtıyorsunuz. İşte dayattığınız savaş biraz da bu oluyor. Artık bu anlamsız savaşı bırakın…”