1990’lı yıllarla birlikte dünya yeni bir döneme girdi. Reel sosyalizmin yıkılmasıyla Sovyet ülkeleri üzerine çok şeyler söylendi, yazıldı ve çizildi. Milyonlarca insanın eşit ve özgür bir şekilde yaşama umutlarının nasıl yıkıldığına, tüm dünya canlı şahit oldu. Devletçilik hastalığına bulaşmanın toplumsal bünyeyi nasıl kanserleştirdiği, toplumun nasıl içinden çıkılmaz durumlara düştüğü ayrıntılı olmasa da az çok biliniyor.
Kapılar açıldı, duvarlar yıkıldı. Ve bu ülkenin insanları bir yerlere koştu ve kaçtı. Belki dar elbiseleri artık yoktu. Ama bu kez aşırı bol elbiseden, tekrar boğulur gibi olmuşlardı. Adeta bir kafesten, diğer kafese gidilmişti. Bu sosyalizm olamazdı. Bunun başka bir adı olmalıydı. Olsa olsa ne yazık ki yaşanan, emperyalist-kapitalist sistemin daha kötü bir kopyası olmaktan kurtulamamaktı. Hayalleri yıkılmış insanlar, intikam alırcasına bireyci yaşama koşmuşlardı. Bir kere testi kırılmıştı. Bilinen yoksulluk, dışa göçler, kaçakçılık, şiddet, uyuşturucu ticareti, fuhuş v.s….. ardı sıra yükseli. Tüm bunlar az çok bilinmekte ama acaba yaşanan enkazı her açıdan ne kadar biliyoruz?
Bu ülkelere gidildiğinde gerçekler daha çarpıcı. Sovyet döneminde, Rus coğrafyası ile çevre halkları denilen diğer halklar arasındaki uçurum ve çifte standart biliniyor. Kafkasya halkları da bunlardan biri.
Sovyetlerin çözülüşünün bu halkların yaşamındaki etkisi, ancak daha derin bir sosyolojik incelemelerle izah edilebilir. Buralardaki enkaz daha bir başka. Tümden altında kalınmış.
…
Full Screen