Kitabın ikinci cildinde; Sakine Cansız, tutuklanışından itibaren, Elazığ, Malatya, Diyarbakır, Amasya ve Çanakkale Cezaevlerindeki dönemlerini ve özellikle Diyarbakır Cezaevi’ndeki destansı direnişleri anlatıyor. Zindanda kadın olmanın ne menem bir şey olduğu, Kürt olmanın, devrimci olmanın, onurlu olmanın nasıl bedeller verilerek sağlandığını tüm çıplaklığıyla anlatılıyor bu ciltte. Her şeyden önemlisi de insanlık düşmanı bir rejimin, en sadist, en gaddar, en faşist temsilcisi olan Diyarbakır Cezaevi müdürü Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın PKK’li kadın devrimcilere yaklaşımı çarpıcı örneklerle enine boyuna irdeleniyor.
Sakine Cansız, 7 Mayıs 1979’da Elazığ’da bir evde iki yoldaşıyla birlikte polis tarafından yakalanmıştır. Elazığ’da 1800 Evler mahallesindeki Zirai Donanım Müdürlüğü o süreçte bir işkence merkezi olarak kullanılmaktadır. Burada günlerce işkencelerde kalmasına rağmen, ağzından bir kelime alamamıştır işkenceciler. Ama oyuna getirilir, zayıf düşmüş bazı kişilikler tarafından. Siyasi savunmaya başlar sonrasında. Bazı şeyleri kabul eder. Ama hiç kimsenin adını vermez.
Çünkü o “ser verip de sır vermeyen” yiğitlerin hikayeleriyle büyümüştü. Ve öyle olacaktı da. Ahtı vardı. Asla düşmanına boyun eğmeyecek, hep başı dik duracaktı. Ve öyle de yaptı.
Önce Elazığ ardından da Malatya Cezaevi’ne götürüldü Sakine Cansız. Daha sonra Diyarbakır Cezaevi’ne… Esat Oktay Yıldıran karşıladı kapıda karşıladı onu. Esat ki, ‘kadın çığlığının kendisi için en güzel melodi!’ olduğunu söyleyecek kadar sadist bir subaydı. Cezaevinin tek sorumlusu ya herkesin önünde diz çökmesini, boynunu bükmesini isterdi. Ama karşısındaki Sakine Cansız’dı. O, hiç kimsenin önünde eğilmez, boynunu bükmezdi.
Esat’la ilk tanışmaları şöyle olmuştu;
“İsmin ne.”
“Sakine.”
“Türk müsün, Kürt müsün?”
“Kürtüm.”
Şak bir tokat. Sonra tekrar tokat atar ve sorar Esat “Türk müsün Kürt müsün?” Sakine Cansız, “ben devrimciyim her şeyden önce.
Devrimcilikte milliyet ayrımı o kadar önemli değil, ama ben Kürdüm.
Türk olsaydım kuşkusuz Türküm derdim” der. Tabii Esat alışkın değil böyle dik duruşlara. Bir PKK’lilerde görüyor böyle tavırları. Onlara baş eğdiremiyor. Ama ilk kez bir PKK’li kadınla karşılaşıyor. Onun başını eğecek illa ki. Tek amacı bu! “Vay vay vay!” diyor Esat. Ciddileşiyor. “Hayır, Kürt lafını duy- mayacağım. Yatırın bunu” diyor askerlerine. Hemen falakaya alıyorlar Sakine Cansız’ı. Ve elindeki copla vurmaya başlıyor. Bir, iki, üç, dört… on beş, on altı…
Bir ses duymak istiyor Esat… Bir çığlık… Bir yalvarma… Duysa belki bırakacak. Ama hiçbir ses duymuyor. Duyulan sadece copun sesleri… Yirmi, yirmi beş, otuz… Artık kimse sayamıyordu vurulan copu… Bakıyor olacak gibi değil, ses gelmiyor, hırsla vuruyor da vuruyor. Gardiyanlar, askerler bile gözlerini kapatıyor bu manzara karşısında. Bayılıyor Sakine Cansız. İşte o zaman rahatlıyor Esat ve bırakıyor onu.