“…Tarih, başlangıcında gizlidir. Başlangıcını çözemeyenlerin tarih bilgisi, tüm felaketlerin nedeni olan cehaletin de temelidir. İnsanlık için beşik durumu öyle kolay göz ardı edilecek bir husus değildir. Hangi insan ben beşikte büyütülmedim diyebilir ki? Eğer yok deniliyorsa, o zaman beşikliği anlaşılmadan ve hakkı verilmeden, insanlığın da değeri ve gerçeği anlaşılamaz. Bir ana binlerce yıl seni beşikte besleyip büyütecek, sonra da sen “Bu benim geçmişim değil” diyeceksin; “Ben kentlerde oluşan sınıflı toplumun bir değeriyim. Beni yalnız bu ilgilendirir” diyeceksin! O zaman bu, insanlık tarihi değil, sınıf tarihi olur. Beşiklik dönemi, sadece bir ağlama ve mama isteme dönemi değildir. İlk dil ve düşüncenin, ilk yürüyüşün, doğanın ve toplumun tanınmaya başlandığı dönemdir. Tüm saflığıyla, ezmeden, sömürmeden, hırsızlık yapmadan ve sadece emeğe dayanarak yaşamın tanındığı ve böylesine oluştuğu bir dönemdir. Coğrafyamızda tarihin böyle başladığı, özünün bu olduğu kesindir.
Dolayısıyla insanlığın temel değerlerle yüklenmesini kendi beşikliğimizden başlatmak doğrudur. İnsanlığın temellerinin bizde olduğuna kuşku duyulmaması gerektiğine de kesin inançlı olmamız yerindedir. Sınıflar tarihi daha sonra yazılmıştır; şahıslar, hanedanlar, tanrısal kimlikler adına tarihler yazılmıştır. Bu tarihler, doğrular yerine, yalanın giderek çok yer kapladığı tarihlerdir. Buna inanmamak, gerçek tarihe saygımızdan ötürü doğrudur. Urfa ve tarih karşılaştırılınca, bu gerçeklik ve çelişki çarpıcı ve uyarıcıdır. Urfa çevrelerinde halen bu iki tarz tarih yapılmaktadır: Gerçek insanların emekleriyle yarattıkları tarih ile gelip bin bir baskı, hile ve yalanla yaratılan bu değerlerin üzerine konanların yazdığı sahte tarih. Bu yöre, en çok bu tarih çelişkisinden dolayı beynini açamamaktadır. Çünkü sınıflı toplumla beyni küllendirilmiş ve kireçleştirilmiştir. Bunu çözmeden, anlamak fiilini işletemeyiz.
Urfa deyince, çözmemiz gereken diğer bir temel kavram ‘kutsallık’tır. Nedir kutsallık? Burayla ilgisi nasıl doğmuştur? Kaynağımız yine Sümerlerdir. Bu kelime, Sümerce ‘Kauta’dan gelmekte ve ‘gıda’ anlamını taşımaktadır. Gıda, tarımdan ve hayvancılıktan elde edilen, yararlı olan her şeydir. Gıda, insanlığın başlangıcında hep büyüleyici karşılanmıştır. Çünkü insanlık onunla yaşamını devam ettirmektedir. Yaşamdan daha değerli bir nesne olmadığına göre, onu mümkün kılan gıdadan da daha değerli bir nesne olamaz. Tüm insanlık için en büyük değerlilik arz eden her şey yüceltilmekte, tabulaştırılmakta, ilahlaştırılmakta, yani kutsallaştırılmaktadır. Kutsallık, insanlığı sürdüren en önemli şeylere, nesnelere yakıştırılan kimliktir. İnsanlığın sürdürülmesinde gıda en değerli şey, nesne olduğuna göre, kutsallığın ta kendisi olması son derece anlaşılır bir husustur. Burada da Sümer dehası olup biteni iyi tespit etmiş ve adlandırmıştır.
Urfa’da ve yöresinde, kutsallık, yaygın bir duygudur. Her taraf kutsallıklarla doludur. Bu husus şu anlama gelmektedir: Yörenin her tarafında gıdalar fışkırmaktadır. Burada bir nevi gıda tarihi gizlidir. Gizli olan, ama öneminden ötürü toplumun hafızasında sürekli silinmez iz bırakan ve unutulmayan bir tehdittir bu. Gıdalar tarihi, ‘Kutsal Urfa’ kavramının özüdür. Bu gıdalarla yalnız yöre insanları değil, tüm insanlık beslendi. Halen besleniyor. Buğday, arpa, darı, mercimek, üzüm, incir ve daha sıralanıp giden gıda listemizden şimdi bile kim vazgeçebilir? Sümerlerin kutsallıkla eş tuttukları, tanrısallaştırdıkları, bayramını yaptıkları bu gıdalardır. Bunlar kendilerinin gizli tarihleridir…”
Full Screen